Author-ship
Shukke
ne kadar ilişikse o kadar derin
ne kadar az duyan varsa o kadar yankı
bağ kurmak için kopar bağlarını
yerinden ol, yerini bulmak için.
12/2018 | 02/2019, İstanbul
Rüzgarın Doğası / Nature of the Wind’s Blowing Everywhere
Pencereleri kuzeye bakan bir odada, odanın güney cephesinde bir kapı vardır, evin içine açılır. O kapıyı kapatır ve o kapının açılıp kapanma, açıkken kapalı olma, kapalıyken açık olma durumlarının sahiplendiği kapı ardındaki boşluğa misafir olursunuz. Yönünüz doğuya, yüzünüz duvara dönük, oturursunuz. Dışarıda fırtına vardır, kuzey rüzgarı kararsız bir ritimde esmektedir. Bir süre hafif ıslıklarla uğuldayarak, arada bir heybetle gürleyerek, pencerenin önündeki ağaçları çepeçevre, döne döne sarsıp savurarak ve çok kısa bir zaman içinde dağılarak... Bu hücumların örüntüsünü sadece rüzgar bildiği için, her seferinde şaşırırsınız. Yükseliverdiği gibi aniden duruluvermektedir.
Bu rüzgarlı geceye açılan pencereden içeri ise, rüzgarın kendi değil, sadece sesi gelir. Her ikisi de kuzeye baktığı için olsa gerek. Uğultular zamansızca sokulup pencereden içeri, sol kulağınıza, oradan bedeninize, zihninize akıverir. Aslında duyduğunuz bu ses de, dışardan değil içerden gelir. Rüzgar dışarda değil, zihinde esmektedir. Rüzgar hem zihninizin içinde hem de pencerenin dışında kalarak esmektedir.
Derken rüzgarı sadece zihninizde ve sadece ses olarak değil, bedeninizde de hissedersiniz. Pencerenin dışında ne zaman bir hücum olsa, salt sesiyle değil varlığıyla da doldurur teninizi, varlığınızı şimdi. Hemhal olursunuz ya rüzgar pencereden değil, sağınızdaki kapının altından esmektedir. Evin içine açılan kapıdan. Ardında fırtınasızlık ve sessizlik olan kapıdan. O kapının altındaki aralıktan yükselerek sağ bacağınızdaki, kolunuzdaki tüyleri diken diken ederek, nüfuz eder.
İşte bu da*, rüzgarın her yerde esme doğasıdır.
Bu rüzgarlı geceye açılan pencereden içeri ise, rüzgarın kendi değil, sadece sesi gelir. Her ikisi de kuzeye baktığı için olsa gerek. Uğultular zamansızca sokulup pencereden içeri, sol kulağınıza, oradan bedeninize, zihninize akıverir. Aslında duyduğunuz bu ses de, dışardan değil içerden gelir. Rüzgar dışarda değil, zihinde esmektedir. Rüzgar hem zihninizin içinde hem de pencerenin dışında kalarak esmektedir.
Derken rüzgarı sadece zihninizde ve sadece ses olarak değil, bedeninizde de hissedersiniz. Pencerenin dışında ne zaman bir hücum olsa, salt sesiyle değil varlığıyla da doldurur teninizi, varlığınızı şimdi. Hemhal olursunuz ya rüzgar pencereden değil, sağınızdaki kapının altından esmektedir. Evin içine açılan kapıdan. Ardında fırtınasızlık ve sessizlik olan kapıdan. O kapının altındaki aralıktan yükselerek sağ bacağınızdaki, kolunuzdaki tüyleri diken diken ederek, nüfuz eder.
İşte bu da*, rüzgarın her yerde esme doğasıdır.
04/2018, Fukui - 07/2020, İstanbul
Yara / Wound
(I) Does it look like bleeding? A disturbing wound, suppurating?
(II) Or maybe it’s a bloodshot eye, crying the hell out of it?
(III) It may even look erotic? A seductive drool, stimulating?
(IV) For me it’s just beautiful. As it’s hurt AND healing.
(II) Or maybe it’s a bloodshot eye, crying the hell out of it?
(III) It may even look erotic? A seductive drool, stimulating?
(IV) For me it’s just beautiful. As it’s hurt AND healing.
(I) “The reason we hurt others is because we don’t understand their pain.”*
(II) And also it is because we don’t understand our pain.
(III) Healing hurts sometimes and other times hurting heals.
(IV) What can we do about it?
(II) And also it is because we don’t understand our pain.
(III) Healing hurts sometimes and other times hurting heals.
(IV) What can we do about it?
()
08/2020, Davutpaşa.
*Keiichi Sigsawa
*Keiichi Sigsawa
Yeniden-yaban / Re-wilding üzerine
Bundan 10 sene evvel, Stockholm’e yaptığım ilk seyahatime dair aklıma en çok kazınan şey, şehrin parklarında “yabani” nergislere tanık olduğum andır. Nergis çiçeği en sevdiğim çiçeklerden biridir. Onun gibi soğanlı olan Laleler ile ise, özel bir bağım yok. Bolca lale de görmüştüm o seyahatimde ama, çiçekçilerde, sokaklarda satılırlarken. Nergisi gördüğüm parka ise park demek ne kadar doğru bilmem; neredeyse peyzajsız, yapılan bakımların da yabani güzellikleri törpülemediği korular gibiydiler. Peki ama, “yaban” diye bir şey var mı? Peki yaban olmayan bir şey var mı? Bir zamanlar gerçekliğimde çok keskin hatlarla ayrılan bu iki kavram konusunda artık o kadar kendimden emin değilim. Yabanı nasıl tanımladığımızla ilgili elbette… İnsan etkisi ise mesele, “el değmemiş”, müdahale edilmemiş, bu etkiden tamamen azade kalmış tek bir alan yok yeryüzünde. Acaba zaman mı belirleyici? Yoksa değişimin ve etkinin (ilişki kurma biçiminin) etiği mi? Yeryüzünün tüm sistemlerinde sürekli herkes ve her şey bir birini değiştiriyor, dönüştürüyor. Yani değişmemek namümkün. Ve fakat bir hakimiyet, bir çeşitlilik kıyımı söz konusu oluyor insan türü veya diğer yayılmacı türler işin içine girince. Yaban onun ölçeği belki de.
Ne var ki, hangi kültive alanın altına baksan, şöyle ters çevirip silkelesen, altından sapır sapır yaban dökülüyor. Veya hangi köşeyi bıraksan bir süre “dokunmadan”, oraya hemen birileri geliveriyor ve çeşitlilik kendiliğinden artıyor. Yaban, hep pusuda bekleyen bir olma biçimi, aslında her şeyin ve herkesin, kendini gerçekleştirebilmesi belki sadece.
Diyeceğim, benim için bilhassa kent sınırları içinde yaban hala var ve tam da “geçici otonom bölgeler” olarak var. Bugün var, yarın yok. O sebeple hep var. Yarını ne kadar sarkarsa da o kadar yabanıllığı katmerlenerek, deneyim alanı genişleyerek, çeşitlenerek büyüyorlar. Ve üstelik bunu sadece yaban kalmış yani kültive edilmemiş türler de yapmak zorunda değil. Bakınız bu Laleler, bilmem nasıl uçup gelmişler buralara, kampüsün içindeki peyzaj alanlarının epey dışında kalmış, biçilmeyen “atıl” alana. Kırmızı ve beyaz laleler. Soğanlarını mı çöp diye dökmüş biri, yoksa çok zor ya, tohumlarından mı tozlaşıp taşınmışlar, mümkün mü bu bilmem. Ama artık yabaniler. Benim gerçeğimde yani. Çünkü biliyorum bunu.
04/2020, Davutpaşa.
Ne var ki, hangi kültive alanın altına baksan, şöyle ters çevirip silkelesen, altından sapır sapır yaban dökülüyor. Veya hangi köşeyi bıraksan bir süre “dokunmadan”, oraya hemen birileri geliveriyor ve çeşitlilik kendiliğinden artıyor. Yaban, hep pusuda bekleyen bir olma biçimi, aslında her şeyin ve herkesin, kendini gerçekleştirebilmesi belki sadece.
Diyeceğim, benim için bilhassa kent sınırları içinde yaban hala var ve tam da “geçici otonom bölgeler” olarak var. Bugün var, yarın yok. O sebeple hep var. Yarını ne kadar sarkarsa da o kadar yabanıllığı katmerlenerek, deneyim alanı genişleyerek, çeşitlenerek büyüyorlar. Ve üstelik bunu sadece yaban kalmış yani kültive edilmemiş türler de yapmak zorunda değil. Bakınız bu Laleler, bilmem nasıl uçup gelmişler buralara, kampüsün içindeki peyzaj alanlarının epey dışında kalmış, biçilmeyen “atıl” alana. Kırmızı ve beyaz laleler. Soğanlarını mı çöp diye dökmüş biri, yoksa çok zor ya, tohumlarından mı tozlaşıp taşınmışlar, mümkün mü bu bilmem. Ama artık yabaniler. Benim gerçeğimde yani. Çünkü biliyorum bunu.
04/2020, Davutpaşa.